vahye teslim olmak ne demek
Avis Site De Rencontre Je Contacte. Nedir Ara HakkımızdaNedirAra Bilgi Bankası ve Türkçe Sözlük olarak 2019 yılında yayın hayatına başlamıştır. Sahibi olduğum 'alanadı' olan değerlendirmek için geliştirdiğim yazılımı kullanmaktadır. Site içeriğindeki kelimeler ve tanımlar , TDK yani Türk Dil Kurumu sözlüğü temel kaynak alınarak geniş içerikli, temiz, sade ve kullanışlı bir ulusal bilgi kaynağı haline gelmesi hedefindeyim.
CevapDeğerli Kardeşimiz;Risale-i Nur'un vahiy ve ilhama getirdiği en güzel tanım ve tarif şu şekildedir"Birincisi Bir sultanın iki çeşit mükâlemesi, iki tarzda hitabı vardır. Birisi, âdi bir raiyet ile cüz'î bir iş için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla konuşmaktır. Diğeri, saltanat-ı uzmâ ünvanıyla ve hilâfet-i kübrâ namıyla ve hâkimiyet-i amme haysiyetiyle evâmirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla, bir elçisiyle veya büyük bir memuruyla konuşmaktır ve haşmetini izhar eden ulvî bir fermanla mükâlemedir."1Nasıl bir başbakan bütün milletin umumi bir ihtiyacını gidermek için yine umumun başkanı sıfatı ile yasa çıkarır. Bu yasa ancak meclis yolu ile kanunileşir. O zaman herkes bu yasaya uymak zorundadır. Zira devlet hesabına meclis tarafından çıkarılmış bir yasadır. Bir de aynı başbakanın bir vatandaşın hususi ihtiyaç ve sorunları için özel bir telefonla o vatandaşla görüşmesi vardır. Bu vatandaşla olan özel telefon görüşmesi meclis görüşmesinin aynı değildir. Aralarında dağlar kadar fark vardır. Başbakanın, ben umumun başkanıyım, seninle özel görüşemem deyip vatandaşı geri çevirmesi düşünülemez. Umumun başkanı olması, hususi görüşmesine engel misalde olduğu gibi, Allah bütün kainatın Rabbi, bütün insanların İlahı, bütün mahlukatın hukuku için bir elçisi ile görüşmesi ve ona emir ve yasaklarını talim etmesi umumi bir dava, umumi bir konuşmadır. Bu konuşma bütün mahlukatı ilgilendiren ve bağlayan bir nutuktur. Bu konuşması da ancak kendi seçtiği resul ve elçiler vasıtası ile mümkündür. Bu tarz konuşmayı başka mahlukatı ile yapmaz. Bu tarz konuşmaya vahiy Allah’ın diğer mahlukatın özel durumları ve özel ihtiyaçları için de özel bir iletişimi vardır. Allah bu özel iletişimi ile onlarla özel konuşmalar yapar. İşte ilham bu özel konuşmaların genel bir Mülahaza Vahiy veya İlhamın ÇeşitleriBirincisi Peygamberlere gelen vahiydir. Vahiy şeklinde sadece nebi ve resullere gelen şeklidir ki, bunların dışında hiç kimse ve hiç bir mahluk vahye mazhar olamaz. Vahiy, ilhamdan farklı olarak vasıta ve kendine özgü bir nişan ile nebilere gelir. Bunun sebebi ilham ile vahyin arasında bir fark olması içindir. Zira fark ve nişan olmaz ise Allah’ın insanlar hakkındaki emir ve yasakları anlaşılmaz ve belirsiz hale gelirdi. O zaman kim resul, kim ümmet karışırdı. İşte Allah bu karışıklığı önlemek için peygamberlere ayrı ve farklı bir nişan ile vahyi indirmiş, aynı zamanda onları mucizeler ile teyit etmiştir. İşte ilham ile vahiy arasındaki en önemli fark vasıtalardır. Vahiy, vasıtalar ve umumi bir hitap ile gelir, ilham ise vasıtasız ve özel olarak kalbe gelir. Vahiy yasadır herkesi bağlar, ilham ise yasa değil, kimseyi de Büyük meleklerin ilhamıdır. Allah’ın peygamberlerden sonra en yüksek derecede konuştuğu kesim büyük meleklerdir. Allah dört büyük meleğe vazifeleri hususunda katiyete yakın bir şekilde ilham ile direktif verir. Mesela Azrail as kabz-ı ervah noktasında ilham ile ne yapacağı bildirilir. Yine aynı şekilde Mikail as vazifesi ilham ile bildirilir ve hakeza. Bu tarz ilhamlar Allah’ın kelam sıfatının melaike alemindeki tecellileridir. Bu büyük meleklerin ilhamı insanların ilhamından üstündür. Ama meleklerinde avam olanları vardır ki, bunların ilhamı da insanların havas olanlarının ilhamının altındadır. Üstat sıralamayı şöyle yapar;“Meselâ, en cüz'îsi ve basiti, hayvanatın ilhamatıdır. Sonra avâm-ı nâsın ilhamatıdır. Sonra avâm-ı melâikenin ilhamatıdır. Sonra evliya ilhamatıdır. Sonra melâike-i izam ilhamatıdır.” Meleklerin ilhamını gösteren ayetlerden birisi de şudur;"Rabbin meleklere vahyediyordu ki 'Muhakkak Ben sizinle beraberim, haydi siz de müminlere sebat ve cesaret verin. Kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Haydi vurun onların boyunlarına, vurun onların parmaklarına!' ” Enfal, 8/12Üçüncüsü İnsanlarda havas tabaksını teşkil eden alim ve evliyaların ilhamatıdır. Evet Allah hususi bir konuşma tarzı ile insanlardan kalbi ve maneviyatı terakki etmiş alim ve evliyalar ile kuvvetli bir ilham ile konuşur. Evliyaların kalp aynasına gelen bu ilhamlar, dini hüküm açısından bir şey ifade etmez. Ama Kur'an ve sünnetin özüne ve ruhuna uygun bir tarzda gelen kuvvetli bu ilhamlar kaziyey-i makbule nevinden kabul edilebilir. Bunun din ile çelişen bir tarafı tarihinde ilham kaynaklı çok parlak ve kuvvetli eserler vardır. Bunlar İslam’a zarar değil, menfaat sağlamışlardır. İnsanlar içinde manevi ve kalbi açıdan avamdan tut havassa kadar çok mertebe ve derece sahibi olanlar var. Elbette bunların ilhama mazhariyetleri bir ve eşit olmaz. Bu açıdan büyük bir velinin kalbi ile avam bir insanın kalbi, mazhariyet noktasından farklılık arz eder. İlham nasıl mahlukat asarında farklı tecelli ediyordu, elbette insanlık içinde de farklı farklı tecelli eder. İşte bu farklı tecelli manalarını her meşrep sahibi kendine has bir terim ile ifade etmiş ve edebilir. Mesela Said Nursi Hazretleri kalp aynasına gelen ilhamata ihtar adını veriyor. İhtar manası da katiyete yakın bir ilham şeklidir; ama vahiy ile kıyasa kalbe gelen ilhamlar şeriatın denetimdedir. Şayet ayet ve hadislere zıt bir şey söyleniyorsa, bu Said Nursi de olsa reddedilir; ümmeti bağlayıcı bir tarafı yoktur. Biri kalkıp, ben Risale-i Nurları kabul etmiyorum, dese dini açıdan bir sakıncası yoktur. Ama Nurların feyzinden mahrum kalır, bu da büyük bir zarar ve kayıptır. Üstat bu manaya işaret için "Risale-i Nur dava değil, dava içinde bir burhandır." demiştir. Bütün insanlığı bağlayan tek ilham vahiy ile gelmiş insanların da ilhama mazhariyeti vardır, ama veli zatların ilhamı gibi kuvvetli ve parlak değildir. Nasıl ilim noktasından insanlar arasında çok mertebeler varsa, buna bağlı olarak manevi kemalat ve kalbi kuvvet bakımından da insanlar arasında çok mertebeler vardır. Onun için avam birisi kalkıp, ben de Abdulkadir Geylani gibi ilhama mazhar oluyorum, hususta peygamberlerin dışında insanların da ilhama mazhar olunabileceğini gösteren ayetler de vardır. Mesela,"Musa'nın anasına 'Onu emzir. Eğer onun için korkarsan onu denize bırakıver, korkma ve mahzun olma. Çünkü biz onu geri vereceğiz ve kendisini peygamber yapacağız.' diye vahyetik." Kasas, 28/7.Bu âyette geçen "vahiy" kelimesi de "ilham ve rüya" anlamlarında kullanılmaktadır."Ve hani havarilere 'Bana ve Resulüme iman edin.' diye ilham etmiştim. Onlar da 'İman ettik. Hakka teslim olduğumuza şahid ol!' demişlerdi." Maide, 5/111Bu ayetler çok açık bir şekilde peygamber olmayan, sıradan veya havas olan insanların da ilhama mazhar olabileceklerini gösteriyor. Bu ayetler açıkça ilhamı ispat içinde şair, edip, sanatkar, bilim adamı gibi maddi ilimlerde havas olan insanların da ilhama mazhariyeti, avam insanların ilhamlarıdan farklılık arz eder. Zira bir ilim ile meşgul olan birisi o ilimde meleke kesp ettiği için, o alanda işler artık ona adeta ilham kolaylığında tecelli etmeye başlar. Nasıl Edison lamba için bin deney yapıyor, sabır ve metanetin meyvesini de o bin deneyden sonra kazanıyor. Allah insanın bu sabır ve metanetine mükafat olarak o neticeyi ilham ediyor. Aynı şekilde diğer alanlarda da insanlar terakki ettikçe, o alanda meleke sahibi olması ile yine o alanda ilhama mazhariyetleri olabiliyor. Böyle işlek bir yolun, yani ilhamın inkar edilmesi gerçekten çok acayip bir durum arz Hayvanatın ilhamıdır. Hayvanların hayatını tahkik ettiğimizde onların ne denli hikmetli ve ahenkli bir davranış içinde olduklarını görürüz. Bu hikmetli ve ölçülü davranış biçimini hayvanatın takip edip yapması muhal olduğuna göre, zira akıl ve şuurları yok, demek onlara bu işleri bildiren ve yaptıran birisi var. İşte hayvanatın ilhamı onlara hem şuur ve akıl hem de rehber hükmündedir. Kur'an-ı Kerim'de bu mesele şu şekil ifade ediliyor"Rabbin bal arısına şöyle vahyetti 'Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarına gir.' Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibret vardır."Nahl, 16/68, 69İşte hayvanatın ilham ve sevk-i İlahi ile bazı sırlı ve gaybi hallere muttali olabileceği çok açıkça ifade ediliyor. Yani ilhamın arıya bir şuur ve rehber olduğu açıkça ilan ediliyor. Bu ayet çok açık ve net bir şekilde hayvanların ilhama mazhar olduğunu ilan ve ispat ederken, bazı zahir hocaların insanların mazhar olduğu ilhamı inkar etmesi ve bunu hakaret konusu yapması arıya rahmet tabir ile "Mercuhta sabit olan bir kemalat racihde de sabit olur." Yani alt sınıftan olan birisindeki kemalat ispata lüzum kalmadan üst sınıfta olan birisinde de sabit olur. İnsana hizmet için yaratılan hayvanat ilhama mazhar olacak, ama kainata halife olmuş insan ilham gibi bir şerefe layık olmayacak. Bu, akla ziyan bir tutarsızlık olur. Allah arı ile konuşacak, ama arının efendisi olan insana yüz çevirecek... Bu mümkün Cansız varlıkların ilhamatıdır. Cansız varlıklar da tıpkı hayvanat gibi mükemmel bir hikmet ile hareket ediyorlar. Bir hava zerresinin yüzlerce hikmetli ve ince hizmetleri yapmasını ve hatasız hareket etmesini kör ve sağır tabiata havale edemeyeceğine göre, elbette zorunlu olarak "sevk-i İlahi" diyeceksin. Sevki İlahi de bir çeşit, Allah’ın cansız mahlukatı ile iletişimi sayılır. Yani ilham ile onlara ne yapacaklarını Allah’ın bildirir Kerim'de bu manaya işaret sadedinde şu ayetler zikredilmiştir;“Allah böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahiy etti.” Fussilet, 41/12.“Yeryüzü o şiddetli sarsıntı ile sarsıldığı, içindeki ağırlıklarını çıkarıp dışarı attığı, ve insan 'Bu yere de ne oluyor?' dediği zaman, işte o gün yer, üzerinde olup biten her şeyi anlatır. Çünkü Rabbin ona vahiy etmiştir." Zilzal, 1-5.Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Allah’ın cansız mahlukları ile de bir konuşması vardır, ama tarz ve usulü ile İlhamın FarkıVahiy ile ilham ayırımını ve hükümlerini madde madde halinde Vahiy sadece ve sadece peygamberlere gelir. Peygamberler dışında hiçbir mahluk vahye mazhar olamaz. Bu noktada vahiy özeldir. İlham ise derecesine göre her mahlukun mazhar olabileceği umumi bir yoldur. Bu yüzden ilham özel değil, Vahiy Allah’ın umumi isimlerinden umumi unvanlarından süzülüp gelen ve bütün kainatın Rabbi sıfatı ile gönderilen bir kelamdır. İlham ise Allah’ın has bir kulu ile has bir ismi ve unvanı ile yaptığı bir konuşmadır. Bu yüzden ilhama mazhar olan bir kul, "Benim kalbim alemlerin Rabbinden haber alıyor." diyemez, ancak "Rabbimden haber alıyor." Vahiy Allah’ın kati bildirdiği haberlerdir. Burada zan, şüphe, acaba gibi kavramlara yer yoktur. Kesinlik ifade eder. İlham ise kesinlik ifade etmez. Zira insana şeytandan da fısıltılar gelebilir. Ya da hak olmayan marazi şeylere de müptela olabilir. Bu yüzden ilham kesin haber sayılmaz. Ama vahyin denetimi ve kontrolü altında, yani vahye mutabık, parlak bir şeye mazhar olursa, o zaman kaziye-i makbule nevinden haber değeri Vahiy Allah’ın isim ve sıfatlarından umumi olarak tecelli eder. Kayıt ve hususiyetleri yoktur. Yani bütün insanların zorlanmadan ve kendi mizacını ötekileştirmeden rahatlıkla gidebileceği umumi bir caddedir. Hiç bir insan, ben bu vahyin caddesini dar buldum, benim kabiliyetime bu cevap veremiyor, diyemez. Zira vahiy bütün insanların kabiliyet ve mizaçlarını kuşatan geniş bir yoldur. Küçük bir kanalda büyük bir gemi yüzemez, ama okyanusta her çapta gemi rahat ile yüzebilir. İşte vahiy okyanustur, ilham ise küçük bir ırmak ya da çağlayan mesabesindedir. İlham, kalbi mülahazalarında kendi kabiliyeti nispetinde ve kayıtlı mazhariyetleri olan bir yoldur. Mesela bir damla, güneşin aksine cüzi olarak mazhar olur, ama güneşin umumi aksini ve azametli tecellisini tartamaz, ona ayine olamaz. Bende okyanus gibi güneşin aksine mazharım diyemez. Bu yüzden ilham hususi bir yoldur, vahiy umumi bir Vahiy umumi bir karaktere sahip olmasından bütün insanlığı bağlayıcıdır. İnsanlık için yasa koyucudur. Şeriat vahye dayanır. İlham ise hususi bir karaktere sahip olmasından insanlığı bağlayıcı değildir. Yasa koyucu olamaz. Ama yukarıda da değinildiği gibi, ilham vahye uygun olma şartı ile bazı insanların terbiye ve terakkisinde kullanılabilir. Bunun vahye aykırı bir tarafı Vahiy melek, rüya gibi vasıtalar ile gelir. - İlham ise doğrudan ve vasıtasız olarak gelir. Melekler masum ve hatasız olmasından vahiy getirirken hatadan masun olarak getirirler. Ama ilham kalpten çıkan bir şey olduğu için, bazı arızalar önüne çıkabilir. Nefis ve şeytan gibi. Bu yüzden ilhama vahiyden bağımsız mutlak doğru nazarı ile bakamayız. İlhamı şeriatın mihengine vururuz, şayet mutabık ise alırız, değilse reddederiz. Bu ölçü her eser ve ilham için geçerlidir. Zira Kur'an ve sünnetin dışında hiç bir şey korunmuş ve masum Vahiy ilhamdan daima üstün ve faziletlidir. Bu yüzden Kur'an’dan bir cüz okumak ilham ile yazılmış binlerce vird ve duadan daha sevaplı ve Vahye mazhar olan peygamber, bunu insanlığa duyurmak ve tebliğ etmek zorundadır. Ama ilhama mazhar olan bir veli, bunu insanlığa duyurmak zorunda değildir. Hatta bazen gizlemesinde yarar olarak vahyin dışında ilhamları inkar etmek dalalet olduğu gibi, ilhamı da vahyin üstünde ve daha faziletli görmek aynen dalalettir. Ehl-i sünnet, ilhamı vahye uygun ve mutabık olma şartı ile kabul etmiştir, bunun aksi, yani ihamı inkar ise bidattır.1 bk. Sözler, On İkinci ve dua ile...Sorularla Risale Editörü
Hac, programı itibâriyle, insanı kalbî hassâsiyetlere yönlendirir. Nitekim Beytullâh, İbrâhim -aleyhisselâm- ve âilesinin tevekkül ve teslîmiyet hâtıraları ile dolu bir teslîmiyet ve hac kelîmeleri zikredilince, hatıra İbrâhim -aleyhisselâm- ve İsmâil -aleyhisselâm- gelir. Bu bakımdan pek çok rüknü itibâriyle hac, onların ihlâsları bereketiyle kıyâmete kadar tekrarlanacak bir amel-i sâlihtir. TEVEKKÜL VE TESLÎMİYET Tevekkül, lügatte “dayanma, güvenme, vekîl tutma ve vekîle güvenme” mânâlarına gelir. Tasavvufta ise, gönlü Allâh ile dolu olan kimsenin yalnız O’na güvenmesi ve O’na sığınmasıdır. Cenâb-ı Hak, Mûsâ -aleyhisselâm-’a elindeki asâyı sormuş, sonra; “At onu elinden!” diye emretmiştir. Çünkü asâ, O’nun Rabbine olan tevekkülünü gölgelemekteydi. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur “…İnananlar ancak Allâh’a tevekkül etsinler!” İbrâhîm, 11; et-Tevbe, 51 “…Şâyet mü’minler iseniz, sadece Allâh’a tevekkül edin!” el-Mâide, 23 “…Kim Allâh’a tevekkül ederse, Allâh ona yeter!..” et-Talâk, 3 Hadîs-i şerîfte de “Eğer siz hakkıyla tevekkül edebilirseniz, sabahleyin karınları aç olarak çıkıp, akşamleyin tok olarak dönen kuşların beslendiği gibi rızıklanırsınız!” Tirmizî, Zühd, 33 buyrulmaktadır. MÜ'MİNLERİN HER İKİ CİHANDA DA YARDIMCISI ALLAH'TIR Tevekkül; tedbir ve teşebbüsleri bir kenara atmak değil, bilâkis onların gereğini yerine getirdikten sonra Allâh’a sığınmaktır. Allâh Teâlâ buyurur “…Herhangi bir iş husûsunda önce onlara mü’minlere danış! İstişâreden sonra karar verip azmedince de artık Allâh’a tevekkül et!..” Âl-i İmrân, 159 Mü’minlerin her iki cihanda da yardımcısı Allâh’tır. Kim O’na tevekkül ederse, Allâh ona kâfîdir. İster ferdî, isterse ictimâî plânda olsun, gerçek huzur ve saâdet, yalnızca O’na dönmekte, O’ndan yardım istemekte, O’na tevekkül etmektedir. TESLİMİYET NEDİR, NASIL OLMALIDIR? Teslîmiyet; سَلِمَ fiilinden gelir. Boyun eğmek, başa gelen hâdiseleri îtirazsız kabûllenmek ve selâmete çıkmaktır. Nitekim İbrâhim -aleyhisselâm-’ın kalbinde Allâh’tan başka hiçbir şeye yer yoktu. Bu yüzden de Cenâb-ı Hak onu kendisine Halîl, yâni dost edinmişti. Melekler “–Yâ Rabbî! İbrâhim’in canı, evlâdı ve malı var! Nasıl sana Halîl olabilir?!.” demişlerdi. Allâh Teâlâ da, üç yerde O’nun îtirazsız teslîmiyetini meleklere göstermişti. Bu imtihanlar ve neticeleri, kıyâmete kadar ümmete misâl olacaktır. HAZRET-İ İBRAHİM'İN TESLİMİYETİ İbrâhim -aleyhisselâm-, ateşe atılacağı zaman melekler yardımına gelmişti. Ancak O “–Size ihtiyâcım yok!.. Ateşe, yanma gücünü kim vermiştir?” demiş ve Allâh ne güzel vekîldir!» diyerek Rabbine sığınmıştı. O’nun bu teslîmiyetinin biri mükâfâtı olarak ateşe “–Ey ateş! İbrâhim’e serin ve selâmet ol!” el-Enbiyâ, 69 buyrulmuştu. İbrâhim -aleyhisselâm-’ın malı da, Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın Cenâb-ı Hakk’ı üç defa zikretmesi neticesinde, nazarında ehemmiyetsiz bir hâle gelmiş ve ona “–Al bunların hepsini götür!” demişti. Yine İbrâhim -aleyhisselâm-, evlâdı İsmâil’i kurban etmekle imtihan edilmiş ve Cenâb-ı Hakk’ın emrine gösterdiği teslîmiyet ile bu imtihanı da yüzünün akıyla geçebilmişti. GERÇEK KULLUK, TESLİMİYETTİR İşte gerçek kulluk, teslîmiyettir. Çünkü Allâh -celle celâlühû-, kulunun kendisinden başkasına râm olmasını istemez. Teslîmiyet, muhabbete dayalı bir itaat işidir. Bu itaat ve teslîmiyet bereketiyle İbrâhim -aleyhisselâm-’a, canı, malı ve evlâdı, yüce Rabbinin yolunda hiçbir engel teşkîl edemedi. Hac ibâdeti de, O’nun Rabbine tevekkül ve teslîmiyetinin kıyâmete kadar devâm edecek en güzel bir sembolü oldu. Çünkü İbrâhim -aleyhisselâm-’ın dili kalbine tercümanlık yaparak dâimâ “…Ben âlemlerin Rabbine teslîm oldum!” el-Bakara, 131 demekteydi. Hazret-i İbrâhim ve Hazret-i İsmâil -aleyhimesselâm-’ın tevekkül ve teslîmiyetlerinin sembolü olan hac, beşerî sıfatlardan soyunup bir mağfiret iklîmine; teslîmiyet ve tevekküle giriştir. Hac, muhabbet dolu bir kulluğun îfâsıdır. GÜNAHLAR ANCAK TEVEKKÜL VE TESLİMİYET İLE DÖKÜLÜR İşte hac ibâdeti de bize gösteriyor ki, günahların dökülüşü, ancak yalvarış, tevekkül ve teslîmiyet dolu bir kalbî kıvâm ile yapılan ibâdetler bereketiyle gerçekleşir. Diğer taraftan hac ve umre maksadıyla yola çıkanlar, tevekkül ve teslîmiyet husûsunu doğru anlamalı, maddî ve mânevî yol hazırlıklarını iyi yapmalıdırlar. Zîrâ Yemen halkından bazı kimselerin hacca giderken kuru kuruya “Biz Allâh’a tevekkül ediyoruz!” diyerek hazırlıksız yola çıkmaları ve Mekke’ye vardıklarında da açlıktan dilenmeleri üzerine şu âyet-i kerîme nâzil olmuştur “…Kendinize azık edinin! Şüphe yok ki azığın en hayırlısı takvâdır…” el-Bakara, 197 Âyet-i kerîmeden de anlaşıldığına göre o mübârek topraklarda hem zâhirî azık, hem de ondan daha mühim olarak mânevî azık ihtiyacı hâsıl olmaktadır. Bu da, elbette ki “takvâ”ya ermiş bir kalb-i selîm ile mümkündür. Zîrâ Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanmanın en tabiî neticelerinden biri, takvâ tezâhürleriyle dolu engin bir gönle sâhip olmaktır. Kaynak Osman Nûri Topbaş, Hacc-ı Mebrur ve Umre, Erkam Yayınları İslam ve İhsan
Bismillahirrahmanirrahim İman ettiğini iddia edenlerden, üstelik Kitabın bilgisine de sahip oldukları halde, o bilgiye uygun bir hayatı yaşamayanların, yani uygulamada Allah’a teslim olmayanların, hayatı vahye şahidlik yapmayanların, sonuç olarak bilginin ahlâkını kuşanmayanların Müslim olmadıkları hakikati akıldan çıkarılmamalıdır. Bireysel bazı şeklî ibadetleri yerine getirmek söz konusu olduğunda Allah’a ibadet/itaat ederken veya bazı hayat alanlarında Kitabın bazı ayetlerini uygularken, birçok hayat alanlarında da Kur’an’ın diğer hükümlerini uygulamaktan uzak durup hevasının isteklerine ya da tağutların hükümlerine itaat etmekte bir sakınca görmeyenlerin, aslında Kitaba iman etmiş olmadıkları acı gerçeği birçok ayette ifade edilmektedir. Bir daha altını çizelim ki, Rabbimiz söz/kâl ile ifade edilen imanı yeterli bulmamakta, mutlaka yaşantıyla, ahlâk ve davranışlarla, yani hâl ile bu imanın ispatını istemektedir. Kur’an, insanların çoğunun, sözle iman ettiklerini söylemelerine rağmen hâl ile inkâr ettiklerini bildirmektedir. İMAN ETTİĞİNİ SÖYLEMEK YETMEZ, İMANIN İMTİHANINI VERMEK GEREKİR Rabbimiz Mülk Suresi 2. âyette şöyle buyurmaktadır “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır…”. Demek ki, hayat ve ölüm hangimiz daha güzel ameller yapacağız diye imtihan olmamız için yaratılmış olup bir insan ben “iman ettim” ya da “müslümanım”demekle kurtulamaz. Mutlaka yaşadığı hayat ve yaptığı ameller konusunda tâbi tutulduğu dünya imtihanında başarılı olmak zorundadır. Bu sebeple Rabbimiz Ankebut Suresi 2. âyette;“İnsanlar, iman ettik’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.” uyarısını yapmaktadır. Kur’an’da onlarca ayette, hüsrana sürüklenmemek, hidayete ve kurtuluşa erebilmek, cennete müstahak olabilmek, büyük ecir ve mükâfat elde edebilmek için şart olarak “iman edip salih amel işlemek”gerektiği beyan edilmektedir. Asr, 103/1-3, İnşikak, 94/25, Şuara, 26/227, Bakara, 2/25, Yunus, 10/9. İman edip salih amel işleyenlere Rableri katında mükâfat vaat edilmekte, onlar için korku olmadığı ve mahzun da olmayacakları beyan edilmektedir. Bakara, 2/277, Sebe, 34/37, Bakara, 2/62, Maide, 5/69. “Sâlih amel işleyenler” ifadesi, sadece namaz ve zekât gibi dinin erkânından olan amellere ait olmayıp; usûl, füru, farz, nâfile, ibâdet, muamelat, birr, mâ’ruf, sabır ve takva gibi Allah rızasına muvafık ve salâha hizmet eden, hayra yarayan bütün faydalı amelleri içerisine almaktadır. Sadece iman ettim diyenlerin kurtuluşa ereceğine dair bir tek ayet yoktur. İman ve salih amelin hep ard arda zikredilmesi, salih amel olmaksızın sadece iman ettik demekle kurtuluşun mümkün olmaması sebebiyledir. İman olmadan yapılan amel salih amel olmaz. Bu kişilerin yaptıkları zahiren hayırlı ve olumlu ameller bile boşa gider. Bu tür ameller, yalanlayanlara ancak dünyada ve insanlar nezdinde bir olumlu görüntü ve itibar sağlasa da, Allah nezdinde hiçbir karşılığı olmaz. Kur’an’da inkârcıların, yalanlayanların amellerinin boşa çıktığı haber verilmektedir. Âraf, 7/147, Hud, 11/16, İbrahim, 14/18, Zümer, 39/65. Salih amel olmadan da, başta teorik olarak kalpte oluşan iman uzun süre yaşayamaz. Çünkü Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı yaşantıyla günahın kendisini kuşattığı kişi imanını kaybeder. İman iddiası, yaşanan hayat ve salih amellerle ispat edilmedikçe bir iddiadan öte geçemez. İnsanlar imtihan alanı olan dünyada, daha çok şu iki sebeple imanlarının gereği olan hayatı yaşamaktan, imanın ispatı mahiyetinde salih ameller işlemekten taviz verirler ve imtihanı kaybederler bunlar korku ve çıkardır. Rabbimiz Bakara Suresi 155. âyetinde imtihan olacağımız bu konular hakkında şu bilgiyi vermektedir “Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.”Rabbimiz Ankebut Suresi 10. ayette de şöyle buyurmaktadır “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah’a iman ettik’ derler. Ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca, insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah’ın azabı gibi tutar…”. İşte dünya imtihan alanında birçok insan egemen tağutların, zalimlerin zulmünden korkarak onların hayat tarzlarına uyum sağlarlar, Allah’ın emir ve yasaklarına uymaktan uzaklaşırlar. Hâlbuki Allah da, böyle bâtıl bir tercih yapmaları ve vahye aykırı bir hayat yaşamaları hâlinde azab edeceğini bildirmektedir. İnsanların eziyetiyle Allah’ın azabını bir tutup insanların yapacakları eziyetlerden korkarak taviz vermek, Allah’ın azabından değil de insanların eziyetinden korkmak anlamına gelir ki, bu hâl iman mantığıyla bağdaşmaz. Maide Suresi 44. ayette de insanların aynı iki sebeple yani korku ya da çıkar sebebiyle Allah’ın hükmüyle hükmetmekten uzaklaşacakları bildirilmektedir “… Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin/satmayın. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” Bu âyette, kitabın muhafazası ve şahidliği sorumluluğu olan hükmetme mevkiindeki mü’min/müslim kişilerin, bu görevleri sırasında kalplerinde Allah’ın hükmüyle hükmetmek gerektiğine imanlarını korudukları halde, korku ya da çıkar sebebiyle “Allah’ın hükmüyle hükmetmemek”şeklinde ortaya koydukları bâtıl amelleri onların imanlarını yok etmekte ve küfre girmelerine sebep olmaktadır. Haşir Suresi 18. âyette ise Rabbimiz şöyle buyurmuştur “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ittekullah ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının vettekullah. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” Görüldüğü üzere, Allah’ın azabından korkup sakının ve Allah’ın emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilincini kuşanın anlamına gelen iki “ittekullah” ifadesi arasında “her nefis yarın/ahiret için önceden ne hazırladığına, ne gönderdiğine baksın” deniliyor. Yani “hangimizin daha güzel ameller yapacağımız konusunda imtihan olduğumuz kısacık dünya hayatında, Allah’ın azabından korkup sakınarak O’nun emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilincini kuşanmak suretiyle yarın/ahiret için ne gönderdiğimizi sürekli sorgulamamız ve sürekli böyle bir hazırlık içinde olmamız hatırlatılıyor. Ayetin sonunda ise, yine yaptığımız ve yapacağımız amellerimize ve yaşadığımız hayat tarzına vurgu yapılarak, “Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır” deniliyor. Bakın imanınızdan haberdardır denmiyor, “yaptıklarınızdan haberdardır”deniliyor. Çünkü lafzen iman ettiğinizi söylemeniz yetmez, bu imanınızı imtihan alanında amellerinizle, yaşantınızla ispat etmeniz gerekiyor. Aynı Surenin bir sonraki 19. âyetinde ise, “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.”buyruluyor. İman iddiasına rağmen hayatın tümünde ya da herhangi bir alanında sürekli biçimde Allah yokmuş gibi davranılıyor, Allah’ın hükümleri sürekli biçimde hayat dışına itilip hevaya ya da tağutlara tâbi olunuyorsa, bu tutum “Allah’ın zikrinden yüz çevirmek”, “Allah’ı unutmak”, “hesabı ve ahireti”ciddiye almamak demektir. İşte âyette, Müslüman olduklarını ve iman ettiklerini iddia etmelerine rağmen böyle bir tercihte bulunarak Allah’ı unutanlara, Allah’ın da kendilerini unutturacağı bildirildikten sonra, bunların müslim değil “fasık kimseler” olduğu ifade ediliyor. Rabbimiz Muhammed Suresi 7. âyette; “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a Allah’ın dinine yardım ederseniz emrini tutar, dinini uygularsanız O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz sabit kılar.” buyurmaktadır. Yani “Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun” emrinin gereğini yerine getirip Allah’ı razı edecek bir istikameti koruyabilmek ve Rabbimizin ayaklarımızı sırat-ı müstakim üzere sabit kılması için bizim O’nun dinine yardımcı olmamız, emir ve yasaklarına uyarak takvayı kuşanmamız gerektiği beyan edilmektedir. Bunun için iman etmek yetmemekte, imandan sonra O’nun dininin yardımcıları konumunda İslam’ı yaşamak ve bu uğurda mücadele etmek gerekmektedir. İşte bu sebeple, İsa as havarilerine Allah yolunda yardımcılarım kim diye sorduğunda; “Havariler, Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz müslimleriz/müslümanlarız’ dediler.” Âl-i İmran, 3/52. Görüldüğü üzere ancak Allah’a iman ettikten sonra Allah yolunun yardımcıları olmak için güçleri yettiğince çaba gösterenler “müslimler/müslümanlar” olma şerefine hak kazanmaktadırlar. İNSANLARIN ÇOĞU SÖZLE DEĞİL HÂL İLE İNKÂR EDERLER İnsanlar dünyada, çoğunlukla bir şeyi yapmak ya da yapmamak suretiyle ortaya konan ve süreklilik arz ederek kanıksanan yanlış/bâtıl tercihlerle, vahye aykırı tutum ve davranışlarla, yani tercih edilen hayat tarzıyla, hayatı Kur’an’a uygun yaşamamakla din hesap/ceza gününü/ahireti yalanlarlar/inkâr ederler. Kur’an’da yer alan birçok ayetten anlaşıldığına göre, insanı kurtuluşa ulaştıracak olan, “iman edip salih amel işleyenlerden” olmaktır. Bir kişi, sözle iman ettiğini söyleyip kalbi ile tasdik etmiş bile olsa, eğer daha sonraki hayatında iman ettiği değerleri hayata taşıma gayreti içine girmiyor, iman ettiği Allah’ın emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilinciyle hayatını sadece Allah’a tahsis edip ibadet kılma çabası göstermiyorsa, başlangıçta oluşan teorik imanın yaşaması mümkün değildir. Bu sebeple Rabbimizin katında makbul olan iman, sözle/kâl ile ifade edilen değil hâl ve fiiliyat ile ispat edilen imandır. Müslümanım diyenlerin çoğunluğunda yaşanan acı bir gerçek olan, hayata yansımayan ve hayata yön vermeyen iman iddiası boş bir iddiadır. İmanın; sözle ifade edileni değil, hâl ile ispat edileni Allah katında makbuldür. Aynı şekilde, davetçinin, hayatında yaşamadığı bilgileri konuşma anlamında sözle yaptığı tebliğ tesirli ve makbul değil, söylediğini önce kendisi yaşayan davetçinin hâl ile yaptığı tebliğ tesirli ve Allah katında makbul olandır. İşte hâl ile iman ve hâl ile tebliğ söz konusu olduğu gibi, hâl ile inkâr da söz konusu olup, insanların çoğunluğu sözle değil de hâl ile inkâr ederler. İnsanların çoğunun sözle iman ettiklerini ya da müslüman olduklarını söylemelerine rağmen, hâl ile yalanlamalarına/inkâr etmelerine dikkat çeken ayetlerden bazı örnekler verelim İnfitar Suresi 82/9-12 âyetlerde şöyle buyrulmaktadır 9- “Hayır hayır, siz dini hesabı ve cezayı yalanlıyorsunuz.” 10- “Oysa üzerinizde koruyucular var.” 11- “Değerli yazıcılar” 12- “Onlar, siz her ne yaparsanız bilirler.” Görüldüğü üzere bu ayetlerde dini ve hesabı yalanlayanlara hitaben, “oysa üzerlerinde koruyucu ve yazıcı meleklerin olduğu ve bütün yaptıklarını bildikleri, kayda geçtikleri”haber verilmesi ve onların imanlarına değil de yaptıkları amellere vurgu yapılması suretiyle insanların yaşantılarıyla, amelleriyle dini, hesabı yalanladıklarına dikkat çekilmiş oluyor. Nitekim, Fatır Suresi 37. âyette açık biçimde haber verildiği üzere, cehennemdekiler fayda etmez bir pişmanlıkla geri dönmek isterler ve Rabbimize “bizi geri döndür de iman edenlerden olalım” demezler, bizi buradan çıkar ve dünyaya döndür de salih amel işleyelim” derler. “Onlar cehennemde, Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim’ diye bağrışırlar.” Müddessir Suresi 74/40 – 47. âyetlerde ise; 40-42 “Onlar cennetler içindedir. Günahkârlara Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? diye uzaktan uzağa sorarlar. 43 – Onlar şöyle derler “Biz namaz salat daha geniş manasıyla ibadet olarak alınabilir kılanlardan değildik.” 44 – “Yoksula yedirmezdik.” 45 – “Batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık.” 46 – Hesap ve “Ceza gününü de yalanlıyorduk.”, 47 – “Nihayet bize ölüm gelip çattı.”. Burada dikkat edilmesi gereken şudur Cehennemdekiler, burada bulunma sebeplerini sıralarken, “biz iman etmiyorduk” diye başlamamakta, hayattayken “ibadet yapmadıklarını, yoksulu doyurmadıklarını, bâtıla dalanlarla beraber daldıklarını”, yâni vahye uygun bir hayat yaşamadıklarını ifade ederek, Allah’ın emirlerini ve yasaklarını sürekli ihlal eden bir dünya hayatı geçirdiklerine dair hususları sıralamakta ve sonunda böylece “ceza gününü de yalanlıyorduk”açıklamasını yapmaktadırlar. Yani cehennemde bulunma sebepleri, muhtemelen “iman ettik ya da müslümanız” dedikleri hâlde, bu imana uygun bir hayatı yaşamamış, vahye şahidlik yapan bir hayat sürmemiş olmalarıdır. Ceza gününü de, işte bu bâtıl hayat tarzlarıyla, vahye aykırı hâlleriyle yalanlamış olmaktadırlar. Maun Suresi ve 1-7. âyetlerde de aynı duruma örnek verilmekte ve bazı insanların, yetimi itip kakarak, yoksulu doyurmaya teşvik etmeyerek, namazlarını ciddiye almayarak, namazdan gâfil davranarak, hayra mâni olarak “dini hesap ve ceza gününü yalanladıkları” bildirilmektedir 1- “Dini hesap ve ceza gününü yalanlayanı gördün mü? 2- İşte o, yetimi itip kakar; 3- Yoksulu doyurmaya teşvik etmez; 4-5- Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar namazdan gafildirler. 6-7- Onlar gösteriş yapanlardır; yardıma, hayra da mâni olurlar”.Hâlbuki bunlar, ahirete, hesap ve ceza gününe samimiyetle/yakîn olarak iman etmiş olsalardı, bunları yapmaktan uzak duracaklardı. Allah’a teslim olarak O’nun emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilinciyle hareket edeceklerdi. Nitekim Mutaffifin Suresinde 10-12. âyetlerde de bu husus daha açık biçimde ifade edilerek, “hesap ve ceza gününü ancak hükümleri çiğneyen ve günaha dalan kimselerin yalanlayacakları”bildirilmektedir 10,11- “O gün yalanlayanların; hesap ve ceza gününü yalanlayanların vay hâline! 12 – Onu ancak hükümleri çiğneyen ve günaha dalan kimseler yalanlar”. Görüldüğü üzere, kâfirler/inkârcılar, “kâfir olduklarını, inkâr ettiklerini söyleyenlerdir ya da iman etmediğini sözle ifade edenlerdir” denmiyor. Hesap ve ceza gününü, ahireti inkâr edenlerin “Allah’ın hükümlerini çiğneyenler, günaha dalan kimseler” olduğu bildiriliyor. Bütün bu ayetlerde ve Kur’an’da yer alan daha fazlasında ifade edildiği üzere, insanlar çoğunlukla, Allah’ın hükümlerine uymayan amelleriyle ve günahlar tarafından kuşatılmış yaşantılarıyla yâni hâl ile inkâr etmektedirler. Allah c müslümanım diyen herkese, hâl ile inkâr etmek konumuna düşmekten korunmayı ve kendisine tam bir teslimiyetle bağlanmak suretiyle Kur’anî anlamda “müslim/müslüman” olmayı nasip etsin. Rabbimiz hepimize, bireysel-toplumsal ve kamusal-özel tüm hayat alanlarını vahye göre düzenleyip bütün hayatı kendisine rükû, secde ve iman ettirenlerden, yani hâl ile iman edenlerden olmayı nasip etsin inşaAllah. Henüz Yorum Yok ! Diğer Yazıları 31-03-2022 ERDOĞAN'IN SÖYLEMLERİ FİLİSTİN'DEN, SOMUT POLİTİKALARI SİYONİST REJİMDEN YANADIR20-03-2022 “NORMALLEŞME” SÜRECİNE, İŞGAL ŞEFİ HERZOG’U DAVET EDEN TÜRKİYE DE KATILDI05-01-2022 ÖMRÜMÜZDEN BİR YIL DAHA AZALDI, GELİN HÂLİMİZİ SORGULAYALIM20-10-2021 ERDOĞAN VE ERBAŞ’IN, İSLAM’I ARAÇSALLAŞTIRMALARI KARŞISINDA MÜSLÜMANLARIN TUTUMU12-10-2021 İSLAM’IN ARAÇSALLAŞTIRILIP LAİK “STATÜKO” İÇİN İSTİSMARINDA SON MERHALE -III-06-10-2021 İSLAM’IN ARAÇSALLAŞTIRILIP LAİK “STATÜKO” İÇİN İSTİSMARINDA SON MERHALE -II-30-09-2021 İSLAM’IN ARAÇSALLAŞTIRILIP LAİK “STATÜKO” İÇİN İSTİSMARINDA SON MERHALE -I-08-03-2021 PAPA’NIN IRAK ZİYARETİ; DESTEKLEDİKLERİ “HAÇLI SEFERİ”NİN YIKIMINI YERİNDE GÖRMEK Mİ, YOKSA MÜSLÜMANLARA YENİ TUZAKLAR KURMAK MI?12-02-2021 NEDEN, HAK ÖLÇÜLERLE UYARAN MÜ’MİNLERİ DIŞLAYIP İMANINA ZULÜM BULAŞTIRANLARI “VELİ” EDİNDİK?25-01-2021 NEDEN, GRUPLARIMIZI İSTİKAMET ÜZERE KORUYAMADIK?16-01-2021 NEDEN, BİRBİRİMİZİ ISLAH ETMEKTE BAŞARISIZ OLDUK?06-01-2021 NEDEN 40 YILDA, MEKKE’DEKİ GİBİ BİR CEMAAT BİLE OLUŞTURAMADIK? 01-01-2021 HÂL RABBİMİZE SIĞINIP TEVBE ETMEYECEK MİYİZ? -II-23-12-2020 HÂL RABBİMİZE SIĞINIP TEVBE ETMEYECEK MİYİZ? -I-17-12-2020 AF İÇİN, ÖLMEDEN ÖNCE TEVBE EDİP SÂLİH AMEL İŞLEMEK ZORUNLULUĞU09-12-2020 HAYAT VE ÖLÜM ÜZERİNE09-11-2020 BUGÜN YİNE 10 KASIM. MÜSLÜMANLARIN ÇOCUKLARI YİNE KEMALİZM DİNİNİN RİTÜLELLERİNE KATILMAYA ZORLANACAK31-10-2020 KEMALİST, LAİK, ULUS DEVLETİN KURULUŞ YILDÖNÜMÜ MÜSLÜMANLAR İÇİN NE İFADE EDİYOR? 13-09-2020 12 EYLÜL’ÜN YIL DÖNÜMÜNDE DANIŞMA MECLİSİNDE YAŞADIKLARIM ŞİİR19-05-2020 RAMAZAN’IN VE KADİR GECESİNİN YÜCELTİLİŞİ, KUR’AN’IN İHMAL EDİLİŞİ02-04-2020 ALLAH KULLARINI ZORLUKLA DA RAHATLIKLA DA İMTİHAN EDER...22-01-2020 İNZAL EDİLMİŞ ADIMIZI, ÜRETİLMİŞ “İSLÂMCI” KAVRAMI İLE DEĞİŞTİRMEK SAPMALARA KAYNAKLIK ETMİŞTİR11-09-2019 HZ. HÜSEYİN’İN KERBELÂ’DA ŞEHİD EDİLMESİNİN YIL DÖNÜMÜNDE...15-07-2019 DARBECİLİĞİN PATENTİ ATATÜRKÇÜ, LAİK, ULUSALCI SUBAYLARA AİTTİR31-03-2019 ALLAH’IN ADINI YA DA DİNİNİ İSTİSMAR EDEREK İNSANLARI ALLAH İLE ALDATMA’DA ÜÇ KATEGORİ23-03-2019 ŞEYTAN VE DOSTLARININ EN ETKİLİ VE YAYGIN KANDIRMA BİÇİMİ ALLAH İLE ALDATMA’17-03-2019 ŞEYTANIN, SIRÂT-I MÜSTAKÎM ÜZERİNE OTURUP DÖRT YÖNDEN YAKLAŞARAK İNSANLARI SAPTIRMASI09-03-2019 'YENİ 28 ŞUBAT'A RAĞMEN ALLAH YOLUNDA SABIRLA YÜRÜMELİ VE ASLA KORKUP SİNMEMELİYİZ02-03-2019 “ESKİ 28 ŞUBAT”IN 22. YIL DÖNÜMÜNDE “YENİ 28 ŞUBAT”IN 3. YILI YAŞANIYOR28-02-2019 ŞEYTANLAR, SADECE AZGINLARI SAPTIRIRLAR, ALLAH’IN İHLÂSLI KULLARINI...17-02-2019 ŞEYTAN VE İNSAN İLİŞKİSİNDE ÜÇ KATEGORİ 09-02-2019 ŞEYTANIN VELİSİ VE HİZBİ OLMAKTAN DA, SAPTIRMASINDAN DA ALLAH'A SIĞINMALIYIZ!02-02-2019 İBLİS'İN ŞEYTANLAŞMASI VE İNSANLARI SAPTIRMASINA DAİR SERÜVENİ27-01-2019 ALLAH, KULLARINI DARLIK VE ZORLUKLARLA DA, BOLLUK VE RAHATLIKLA DA İMTİHAN EDER21-01-2019 SADECE ALLAH’A KULLUKLA MÜKELLEF OLAN MÜ’MİN, ŞEYTANIN OYUN VE TUZAKLARINDAN KORUNMALIDIR13-01-2019 İNANDIĞI GİBİ YAŞAMAYANLAR YAŞADIĞI GİBİ İNANMAYA BAŞLAR04-01-2019 ÖMRÜMÜZDEN BİR YIL DAHA AZALDI, GELİN HÂLİMİZİ SORGULAYALIM!25-12-2018 “YENİ 28 ŞUBAT”A VE YAYGIN SEKÜLERLEŞMEYE, BÜYÜK YOZLAŞMAYA KARŞI İTTİFAK OLUŞTURMALIYIZ05-12-2018 İMAN ETTİKTEN SONRA, GÜNAHIN KUŞATMASINDAN VE İMANA ŞİRK BULAŞTIRMAKTAN KORUNMAK21-11-2018 MÜSLÜMANLARIN BÂTIL OLANA BENZEMESİ, HANGİ SÜREÇLERDE VE NASIL GERÇEKLEŞMEKTEDİR?13-11-2018 VAHİYLE YÖNLENDİRİLEN RASÛLÜN MÜCADELE SÜNNETİNİ...04-11-2018 KUR’AN VE SÜNNETE DAYALI SAHİH İSLAM ANLAYIŞINI, HER ŞARTTA TAVİZ VERMEDEN SÜRDÜRMEK İMANÎ SORUMLULUKTUR28-10-2018 MÜ’MİNLERİN, AMELLER, HAYAT TARZI VE İTAAT ALANINDA BÂTIL OLANDAN AYRIŞMA SORUMLULUĞU VARDIR21-10-2018 ALLAH’IN RAHMETİNE VE KURTULUŞA, ANCAK KUR’AN’A UYGUN YAŞAYIP TAKVAYI KUŞANANLAR ULAŞABİLİR14-10-2018 KUR’AN’IN TAMAMINI HAYATIN TAMAMINA HAKİM KILMA ÇABASI GÖSTERMEK, ONA İMANIN TEMEL ŞARTIDIR07-10-2018 İMANINI İSPAT EDEN TUTARLI MÜ’MİNLER VE VAHYİN ŞAHİDİ “MÜSLİMLER” OLMAK – II-01-10-2018 İMANINI İSPAT EDEN TUTARLI MÜ’MİNLER VE VAHYİN ŞAHİDİ “MÜSLİMLER” OLMAK – I20-09-2018 ŞİİSİYLE SÜNNİSİYE BÜTÜN EKOLLER, BÜYÜK ORANDA TARİHSEL SÜREÇTE ÜRETİLENLERİ DİNLEŞTİRMİŞLERDİR15-09-2018 KUR'AN'DA MÜSLİM OLMANIN TEMEL ŞARTLARI -II-03-09-2018 KUR'AN'DA MÜSLİM OLMANIN TEMEL ŞARTLARI -I-25-08-2018 EY "MÜSLÜMAN"LAR! GELİN "MÜSLİM" OLALIM20-08-2018 KALPLER, ANCAK ALLAH’IN ZİKRİYLE KUR’AN’LA MUTMAİN OLUR06-08-2018 UMUTSUZLUK YOK, MÜCADELEYE DEVAM22-06-2018 TÜRKİYE ULUS DEVLETİNDE, ESKİ VE YENİ STATÜKOLARIN DİN ALGISI VE MÜSLÜMANLAR02-06-2018 SUUD VE İRAN ÖZELİNDE, ULUS DEVLETLER DÖNEMİNDEKİ STATÜKO DİNLERİ VE MÜSLÜMANLAR23-05-2018 SALTANAT DÖNEMİNDE OLUŞTURULAN STATÜKO DİNLERİ VE MÜSLÜMANLAR19-04-2018 TARİH BOYUNCA TEVHİD DİNİ'NİN KARŞISINA HEP "STATÜKONUN DİNİ" ÇIKARILMIŞTIR -II-11-04-2018 TARİH BOYUNCA TEVHİD DİNİ'NİN KARŞISINA HEP "STATÜKONUN DİNİ" ÇIKARILMIŞTIR -I-27-03-2018 ESARET ALTINDA PARÇALANMIŞ ZİHİNLER, ÖZGÜN VE BÜTÜNCÜL İSLAMİ DÜŞÜNCE ÜRETEMEZ01-09-2017 KUR'AN'DA ZİKREDİLEN ANA-BABAYA KARŞI SORUMLULUKLAR21-07-2017 DARBELERE KARŞI ÇIKMAK KADAR, NE ADINA KARŞI ÇIKILDIĞI DA ÖNEMSENMELİDİR10-04-2017 MAZLUM-DER GERÇEKTEN "FABRİKA AYARLARINA" DÖNÜYOR MU?04-03-2017 GÜNEŞİN DE, DEVLETİN DE DİNİ VARDIR09-08-2016 DARBECİLİĞİN PATENTİ ATATÜRKÇÜ, LAİK, ULUSALCI SUBAYLARA AİTTİR 07-06-2016 KUR'AN AYI RAMAZAN'DA HALİMİZİ KUR'AN'LA ISLAH ETMELİYİZ10-09-2015 TÜRKÇÜLÜK DE KÜRTÇÜLÜK DE ZULÜMDÜR, ADALET İSLAM'DADIR13-07-2015 FİLİSTİN, KUDÜS VE MESCİD-İ AKSA NASIL KURTULUR?04-07-2015 ÇİN ZULMÜNÜ PROTESTO VESİLESİYLE ÜMMETİN HALİ VE ÜMMETE ÇAĞRI11-06-2015 ÖNCÜ ŞAHSİYETLERİN, BATIL SİYASETE DESTEK ÇAĞRILARI VAHİMDİR02-06-2015 MISIR DARBESİ VE İDAM KARARLARI KARŞISINDA İSLAMİ DURUŞUMUZ -II-25-05-2015 MISIR DARBESİ VE İDAM KARARLARI KARŞISINDA İSLAMİ DURUŞUMUZ -I-25-04-2015 ERMENİ "SOYKIRIMI" YA DA "KATLİAMI"NIN FAİLİ MÜSLÜMANLAR DEĞİLDİ06-07-2014 ERTELENEMEZ ve TERK EDİLEMEZ SORUMLULUĞUMUZ26-12-2013 ÜLKEDE VE BÖLGEDE DEĞİŞİM SÜRECİ VE MÜSLÜMANLAR - VIII11-11-2013 ÜLKEDE VE BÖLGEDE DEĞİŞİM SÜRECİ VE MÜSLÜMANLAR -VII-30-10-2013 ÜLKEDE VE BÖLGEDE DEĞİŞİM SÜRECİ VE MÜSLÜMANLAR -VI-23-10-2013 ÜLKEDE VE BÖLGEDE DEĞİŞİM SÜRECİ VE MÜSLÜMANLAR -V-16-10-2013 ÜLKEDE VE BÖLGEDE DEĞİŞİM SÜRECİ VE MÜSLÜMANLAR -IV-08-10-2013 ÜLKEDE VE BÖLGEDE DEĞİŞİM SÜRECİ VE MÜSLÜMANLAR -III-30-09-2013 ÜLKEDE VE BÖLGEDE DEĞİŞİM SÜRECİ VE MÜSLÜMANLAR -II-23-09-2013 ÜLKEDE VE BÖLGEDE DEĞİŞİM SÜRECİ VE MÜSLÜMANLAR -I-04-07-2013 KUR'AN AYI RAMAZAN'A GİRERKEN24-04-2013 KUR'AN'A DAVETİN YAYGINLAŞTIRILMASI GEREKEN BİR SÜREÇTEYİZ22-12-2012 ORTADOĞU VE SURİYE'DE YAŞANANLAR VE SORUMLULUKLARIMIZ19-09-2012 İSLAM'A YÖNELİK HAKARETLER, EMPERYALİST PROJELERİN PARÇASI VE SEKÜLER ZİHNİN ÜRÜNÜDÜR11-09-2012 ÇOCUK ZİHİNLERE YÖNELİK İDEOLOJİK İŞGAL SÜRÜYOR16-07-2012 ORTADOĞU VE SURİYE'DE YAŞANANLAR VE SORUMLULUKLARIMIZ13-05-2012 MODERN PUTPERESTLİK FUTBOL FANATİZMİ 03-03-2012 HAYAT; İMAN, İBADET, CİHAD ve ŞEHADETTİR -II-21-02-2012 HAYAT; İMAN, İBADET, CİHAD ve ŞEHADETTİR -I-20-01-2012 HRANT DİNK'İ KATLEDEN ZİHNİYET24-12-2011 ERMENİLERİ DE, MÜSLÜMAN HALKLARI DA KATLEDEN AYNI ZİHNİYETTİR28-11-2011 SİSTEM İÇİ GÜNDEMLERE ENDEKSLİ AŞIRI SİYASALLAŞMA, SAVRULMALARA YOL AÇMAKTADIR09-10-2011 MHP KURUCU GENEL BAŞKANLIĞINDAN İSLAMİ KİMLİĞE06-09-2011 İSLAM, ŞİDDETİ DEĞİL GÖNÜLLÜ TOPLUMSAL DEĞİŞİMİ ESAS ALIR16-08-2011 KUR'AN AYINDA HALİMİZİ KUR'AN'LA ISLAH ETMELİYİZ08-08-2011 RAMAZAN AYINI KUR'ANİ BİR İNKILABIN VESİLESİ KILMALIYIZ05-07-2011 KÜRT SORUNU NASIL OLUŞTU?05-06-2011 SİYASAL DEĞİŞİM SOSYAL DEĞİŞİMİN SONUCUDUR24-05-2011 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MESAJLAR12-04-2011 HAK YOLDA "MARJİNALLİK" ŞEREFTİR11-03-2011 HİCRETTEN 28 ŞUBAT ŞİİRLERİ -III-08-03-2011 HİCRETTEN 28 ŞUBAT ŞİİRLERİ -II-01-03-2011 HİCRETTEN 28 ŞUBAT ŞİİRLERİ -I-05-02-2011 MÜSLÜMAN HALKLARA...23-01-2011 Kürt Kemalistler, Kürt halkını sekülerleştiriyor06-12-2010 HİCRET, İMANİ VE İBÂDİ BİR SORUMLULUKTUR
bir suçlunun saklanmak veya kaçmaktan vaz geçerek polise kendini teslim etmesi askere giden* kisinin birligine* gitmesi ve askeri sinirlara girmesi. maddi anlamda teslim olmak* ve manevi anlamda teslim olmak* birbirinden ayrilmasi gereken iki teslimiyet seklidir. ille de teslim olunacak ise bu ikisinin bir arada yapilmasi daha evla olabilir. bkz birlige teslim olmak elinde beyaz bayrak ile durmak.bkz durmak kimi zaman 'huzur' ile es anlamli olandir.! hala savaşacak gücü / kaçacak / kaçınacak gücü olmasına rağmen -bedeli ne olursa olsun- bu güçlülük durumundan vazgeçip kendini bırakmaktır. bazı teslimiyetler gönüllüdür. ne zaman teslimiyet, teslimiyet olmadığında; ortada savaşacak değil de paylaşacak şeyler olduğunda, kendini karşındakine akmaya tüm korkulara, tüm risklere rağmen bırakacak kadar yanında üşümeyecek kadar güvenildiğinde gerçek paylaşımın yolu açılmıştır. teslimiyetin yerini / adını güven alır. saf çıplaklıktır. doğru kişinin yanında gerçek huzurdur. bkz hayat arkadasi/sheva shanim** kıskıvrak yakalanmanın zıttı. direncini kaybedip, kendini koyvermek.. ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın.
vahye teslim olmak ne demek